[Mx][D]I[G]I[T][A][L]

Şölen / Platon

Başkası için ölmek, bunu yalnız sevenler yapabilir, erkekler değilyalnız, kadınlar bile. Pelias'ın kızı Alkestis(21) Yunanlılara bu dediğiminörneğini verdi: Kocası için ölmeyi bir o göze aldı, oysa ki anası da vardı,babası da. Ama Sevgi, kadına öyle bir yürek verdi ki, onun yanında ana baba,oğullarına sadece isimle bağlı birer yabancı gibi kaldılar. Bir kadın yaptıbunu, hem öylesine yaptı ki, yalnız insanlar değil, tanrılar bile şaştı kaldıve o kadar güzel buldular ki yaptığını, Hades'ten yukarı çıkmasına izinverdiler. Oysa bu yetkiyi tanrılar nice nice güzel işler yapmış nice niceinsanlar arasında pek az kimselere vermişlerdir. Demek tanrılar da Sevginininsana kazandırdığı gücü ve erdemi her şeyden üstün tutuyorlar. Buna karşılık,Oiagros'un oğlu Orpheus(22), Hades'ten elleri boş dönüyor, almaya geldiğikarısının kendisini değil, sadece hayaletini götürüyor. Çünkü, tanrılara göreOrpheus, yumuşak davranmış, - ne de olsa bir çalgıcı - Alkestis gibi ölmeyigözüne alacak yerde, binbir çareye başvurup, Hades'e ölmeden girmenin yolunubulmuş. İşte bu yüzden tanrılar cezasını veriyor, ölümü kadın eliyle oluyor.Ama Thetis'in oğlu Akhilleus'a(23), Mutlular Adalarına(24) gitmek şerefiniveriyorlar. Neden, çünkü annesi diyor ki ona: Hektor'u öldürürsen, sen deöleceksin, öldürmezsen, yurduna dönüp uzun uzun yaşayacaksın. O gene, sevdiğiPatroklos'un yardımına koşmak, öcünü almak yiğitliğini gösteriyor, onun içinölmeyi değil yalnız, o öldükten sonra ardından gitmeyi de göze alıyor. İştebundan ötürü, yani kendini sevene böylesine değer verdiği için, tanrılaryaptığına hayran, hem de nasıl hayran kalıp, ona görülmedik şereflerbağışlıyorlar. Şunu söyleyeyim ki, Patroklos, Akhilleus'un sevgilisiydi demeklesaçmalıyor Aiskhylos(25). Akhilleus, yalnız Patroklos'tan değil, bütünyiğitlerden daha güzelmiş bir kere; Homeros'un dediği gibi, daha saklıterlememiş, yani Patroklos'tan daha gençmiş. İşin doğrusu şu ki, sevgidengelen erdeme en çok değer veren tanrıların asıl hoşlandıkları, hayranoldukları şey, sevenin sevgilisine gösterdiği sevgiden çok, sevileni sevenebağlayan sevgidir. Çünkü seven, tanrılara daha yakındır, özünde tanrılıkvardır; işte bu yüzden Akhilleus'u Alkestis'ten daha fazla beğenmiş ve onuMutlular Adalarına göndermişlerdi. (...) İnsan aslında neydi, ne oldu, önce bunu bilmemiz gerek. Çünkü insan,her zaman bugünkü gibi değil, bir başka türlüydü. İnsan soyu ilkin üç çeşitti.Şimdiki gibi erkek, dişi diye ikiye ayrılmıyordu, her ikisini içine alan birüçüncü çeşit daha vardı. Bu çeşidin kendi kayboldu, sadece adı kaldı:Androgynos denilen bu çeşidin adı gibi biçimi de hem erkek, hem dişiydi; bugünsözü edilmesi bile ayıp sayılır. İşte bu insanlar yuvarlak sırtları veböğürleriyle tostoparlak bir şeydiler. Her birinin dört eli, bir o kadar dabacağı vardı. Yusyuvarlak bir boyun üzerinde birbirine tıpatıp eşit, ama tersyöne bakan iki yüzlü bir tek kafa, dört kulak; edep yerleri ve herşeyleri deona göre hep ikişer. Yürürken istedikleri öne doğru, bizim gibi, düpedüz adımatabilir, koşmak istedikleri zaman da, tepetaklak, havaya fırlayanbacaklarıyla bir tekerlek olur, sekiz kola, bacağa birden dayandıkları için,döne döne uçar giderlerdi. Peki ama, neden insanlar üç çeşitti, neden dediğimgibiydiler? Çünkü erkek, aslında güneşten gelmeydi, dişi bu dünyadan, ikisinibirleştiren cins de aydan; ay hem güneş, hem de dünyaya bağlı ya. Toparlakolmaları, döne döne gitmeleri de bu gezegenlere çektikleri içindir, Homeros'unanlattığı Ephialtes ile Otos(33), bu cins insanlar olacak. Hani göğetırmanmaya, tanrılara karşı koymaya yeltenmişler. Bunun üzerine Zeus ve öbür tanrılar görüşmüş, konuşmuşlar, neyapacaklarını pek bilememişler. Bir yandan insanları yok etmek, devler gibisoylarını yıldırımla yakıp, kül etmek istemiyorlarmış (çünkü o zamaninsanların kendilerine sundukları kurbanlar bitermiş), öte yandan daküstahlığın bu derecesine göz yumamazlardı. Zeus uzun uzun düşündükten sonra,"Galiba bir çare buldum," der, "insanlar hem kalsın, hem de kuvvetten düşüphadlerini bilsinler. İkiye böleceğim onları, böylece hem zayıf düşecekler, hemde sayıları artıp, bizim için daha faydalı olacaklar. Üstelik iki bacaküstünde doğru düsürst yürüyecekler. Yine de hadlerini bilmez, usludurmazlarsa, yeniden ikiye bölerim, bu kez tek bacak üzerinde zıplaya zıplayagiderler." Böyle der Zeus ve der demez de insanları tutar ikiye böler, tıpkı birmeyveyi kışa saklamak için ikiye böler gibi, ya da bir yumurtayı ince birkılla ortasından keser gibi. Zeus, kestiği adamların yüzünü boyunlarıyla Apollon'a tersineçevirtmiş ki, kesilen yerlerini görsünler ve akılları başlarına gelsin.Yaralarını iyi etmesini de buyurmuş. Apollon da yüzlerini tersine çevirmiş,derilerini şimdi karın dediğimiz yerde bir kesenin ağzını kapar gibibirleştirmiş, orta yeri sıkı sıkı üzmüş ve bir tek delik bırakmış. İşte bizbuna, göbek diyoruz. Sonra bakmış buruşuklukları var, onları düzeltmiş,ayakkabıcıların deriyi yontmak için kullandıkları bıçağa benzer bir araçlagöğüslerine bir biçim vermiş; ama eski hallerini unutmasınlar diye, karnın vegöbeğin ötesinde berisinde birkaç kırışık bırakmış. İnsanın yapısı böylece ikileşince, her yarı öbür yarısını özleyip,üstüne atlıyor, kollarını birbirine sarıp, yeniden bir bütün haline gelmekarzusuyla kucaklaşıyor, birbirinden ayrı hiçbir şey yapmak istemeyerek,açlıktan ve işsizlikten ölüp gidiyorlarmış. Yarılardan biri ölünce, sağ kalan,bir başkasını arıyor, ona sarılıyormuş, rasgele sarıldığı bir insan bir erkekyarısı da olabiliyormuş, dişi yarısı da (ki bugün bir bütün olan bu dişiyarıya kadın diyoruz). Bu yüzden insan soyu azalıp gidiyormuş. Zeus, hallerineacımış, bir başka çare bulmuş, ayıp yerlerini önlerine getirmiş, çünkü arkadaolunca, çiftleşerek değil, ağustosböcekleri gibi, toprağa yumurta döküpçoğalıyorlarmış. Ayıp yerleri öne alınınca, dişi-erkek birleşip çoğalmayabaşlamışlar. Maksadı şu imiş: Çiftleşme erkekle kadın arasında olursa, insansoyunun çoğalmasını sağlamış olacak, yok eğer erkekle erkek arasında olursa,arzularına kanarak, başka işlere yönelecekler, yani hayatlarında başkaamaçları olacak. Demek ki insanın kendi benzerine duyduğu sevgi, çok eski birzamandan kalmadır, Sevgi, bizim ilk yapımızı yeniden kuruyor, iki varlığı birtek varlık haline getiriyor, kısacası insanın yaradılışındaki bir derde devaoluyor. Her birimiz bir insanın symbolon'u(34), tamamlayıcı parçasıyız, pisibalıkları gibi bir bütünün yarısına benzeriz, onun için de hep tamamlayıcıparçamızı arar dururuz. Demin Androgynos dediğimiz katışık varlığın birparçası olan erkekler, kadınlara düşkündür, bir kadınla yetinmeyen erkeklerinçoğu da bunlardan gelmedir; erkeklere düşkün, kocalarıyla yetinmeyen kadınlarda bunlardandır. Fakat bir dişiden kesilme kadınlar, erkeklere hiç yüzvermezler ve daha çok kadınlara meylederler, seviciler de bunlar arasındançıkar. Bir erkekten kesilme erkeklere gelince, onlar de erkek yarılarınıararlar ve çocukken erkek asıllarının parçaları olarak, erkekleri severler;onlarla düşüp kalkmaktan, kucaklaşmaktan hoşlanırkar. Çocuklar ve delikanlılararasında en iyileri bunlardır, çünkü yaradılışlarından erkeklik en çokonlardadır. Oysa birçokları bunları edepsiz diye ayıplarlar. Yanlış! Çünkü buişi edepsizlikten yapmazlar, içlerinde atılganlık, mertlik, erkeklik olduğuiçin kendilerine benzeyene bağlanırlar. Bunu ortaya koyan bir olay da şudur:Yalnız onlar yetiştikleri zaman, tam adam olur ve devlet işlerine girerler.Olgun çağlarında onlar da erkek çocukları severler ve yaradılışları gereğievlenmeye, çocuk yapmaya heves etmezler, bu işi sırf adet yerini bulsun diyeyaparlar. Ömür boyunca kendi aralarında bekar yaşamak, bol bol yeter onlara.Kısacası bu türlü insanlar hep kendi cinsinden olanlara bağlı kalır, erkeklerisever yalnız. İnsanların karşısına demin sözünü ettiğim kendi yarısı çıktı mı, istererkek çouklara, ister başkalarına düşkün olsun, derin bir dostluk, akrabalık,sevgi duygusuyla vurulmuşa döner, bir an için bile ondan ayrılmak istemez.Bütün ömürlerini bir arada geçiren bu insanlar birbirinden ne istediklerinianlatamazlar size. Kimse diyemez ki, onlar bu kadar coşkunlukla birleştirenzevk sadece bir cinsel arzu ortaklığıdır. Bu iki candan her birinin aradığıbambaşka bir şeydir, istediklerini duyar, sezer de anlatamazlar. Onları şimdibir yatakta uzanmış olarak düşünün, Hephaistos bütün aletleriyle karşılarınadikilip soruyor: "Ey insanlar! Birbiriniz için dilediğiniz nedir?" Bu sorukarşısında sevgililer susacak. Hephaistos bir daha soracak: "Şu mu yoksacandan dilediğiniz; öylesine kaynaşmak, bir tek varlık olmak ki, artık negece, ne gündüz sizi birbirinizden ayıramasın. Eğer bu ise istediğiniz, sizibir arada eriteyim ve körükleye körükleye kaynatayım sizi birbirinize. İkiykenbir olur, ömrünüz boyunca bir tek insan gibi aynı hayatı yaşarsınız. Öldüktensonra da, öbür tarafta Hades'te iki olacağınıza bir olur, aynı ölümüpaylaşırsınız. Düşünün, bu mudur arzuladığınız? Böyle bir kadere razımısınız?" Hangi sevgililer bunu duyar da, hayır der, başka bir şeyisteyebilir? Tersine, bu sözde çoktandır özledikleri bir şey dile gelmiş olur:Sevdiğine kavuşmak, onda erimek, iki ayrı varlıkken bir tek olmak. (...) Bunun üzerine Sokrates söze başlamış: - Evet, sevgili Agathon, sen söze güzel başladın sanırım. ÖnceSevginin ne olduğunu anlatmak sonra neler yaptığını ortaya koymak gerektiğinisöylemekte haklıydın. Bu başlangıca hiç diyeceğim yok. Peki, madem Sevginin neolduğunu bu kadar güzel, bu kadar parlak sözlerle anlattın, şunu da söylebize: Sevgi kendiliğinden bir başka şeyin sevgisi midir, yoksa, hiçbir şeyinsevgisi değil midir? Sevgi, bir ananın ya da babanın sevgisi midir diyesormuyorum, gülünç olur böyle bir soru, ama tut ki, baba, baba olarak nedirdiye düşündük de, ben sana sordum: Baba bir başkasının babası mıdır, yoksakimsenin babası değil midir? Ne cevap vereceksin? İster istemez: Baba biroğlun ya da bir kızın babasıdır diyeceksin, değil mi? - Elbette, demiş Agathon. - Ana için de öyle demez misin? Bunu da kabul etmiş. - Şimdi bir şeyler daha sorayım da, ne demek istediğimi daha iyi anla.Bir kardeş, kardeş olarak birinin kardeşi midir, değil midir? diye sorsam. - Evet, birinin kardeşidir, derim. - Bir erkek ya da bir kız kardeşin kardeşi? - Evet. - Şimdi sevgi için aynı şeyi düşün ve söyle: Sevgi, bir şeyin sevgisimidir, yoksa bir şeyin sevgisi değil midir? - Elbette bir şeyin sevgisi olacak. - Peki bunu aklında tut: Sevgi bir şeyin sevgisidir. Şunu da söylebakalım: Sevgi, sevdiği şeyi arzular mı, arzulamaz mı? - Arzular tabii. - Kendinde olan bir şeyi mi arzular, sever; yoksa kendinde olmayan birşeyi mi? - Kendinde olmayanı herhalde. - Herhaldeyi bırak da, kesin olarak söyle: Arzulamak bizde olmayanıistemek midir, değil midir? Bizde olan bir şeyi arzu eder miyiz, etmez miyiz?Bana öyle geliyor ki, bunun başka türlü olması düşünülemez. Sen ne dersin,Agathon? - Bana da öyle geliyor. - Güzel. Gerçekten, büyük olan büyük, güçlü olan güçlü olmayıisteyebilir mi? - Söylediklerimize göre isteyemez. - Demek insan, kendinde olan şeylerden yoksun olamaz. - Doğru. - Ya güçlü olan güçlü olmayı arzu ederse, çevik olan çevik olmayı,sağlam olan sağlam olmayı?.. Öyle ya, biri çıkar der ki; kendinde bunlar vebuna benzer değerler bulunan kimse bu değerleri arzu da edebilir. Biryanlışlık yapmamamız için, bu nokta üzerinde duruyorum. Bir insan düşün ki,Agathon, bugün istese de, istemese de, bu değerler elinde. Bu insan, kendindeister istemez olan bir şeyi nasıl arzu edebilir? Ama birisi bize diyebilir:Ben sağlamım, sağlam olmak da istiyorum, zenginim, zengin olmak da istiyorum,demek ki bende olanı arzu edebiliyorum. Ona şöyle cevap verebiliriz: Be adam,sen zenginliği, sağlığı, gücü, gelecek için istiyorsun, çünkü bugün içinistesen de, istemesen de bunlar sende var. Bende olanı arzu ediyorum dediğinzaman, acaba demek istediğin şu olmasın: Bugün elimde olanı yarın için dearzuluyorum: Bunu doğru bulmaz mı o adam? - Bulur. - Bütün bu değerlerin ileride bizim olmasını, elimizde kalmasınıistemek, henüz elimize geçmemiş bir şeyi sevmek değil midir? - Öyledir. - Demek bu adam da, her arzu eden gibi, henüz elinde, emrinde olmayanıistiyor: Arzunun, sevginin aradığı, erişmediğimiz bir durum, yoksun olduğumuzbir şey değil mi? - Budur. - Haydi öyleyse, ne üstüne anlaştığımızı bir düşünelim şimdi.Birincisi sevgi bir şeyin sevgisi midir, ikincisi de sevgi henüz bizde olmayanbir şeyin sevgisi midir? - Evet. - İstersen ben sana hatırlatayım. Aldanmıyorsam, senin dediğin şuydu:Tanrıları uzlaştıran, güzellik sevgisidir, çirkinlik sevgisi diye bir şeyyoktur. Bu değil miydi söylediğin? - Buydu. - Ha şöyle, ağzına sağlık, dostum! Demek sevgi yalnız güzelliğinsevgisidir, çirkinliğin değil. - Kabul. - Peki, sevmek bizde olmayanı istemektir demedik mi? - Dedik. - Öyleyse sevgi, güzellikten yoksundur. - İster istemez. - İyi, ama güzellikten yoksun, güzelliğe kavuşmamış bir şeye sen güzelder misin? - Diyemem elbet. - Böyleyken, sen hala sevginin güzel olduğu düşüncesinde misin? - Belki de ne söylediğimi bilmiyordum demin konuşurken. - Ama yine de parlaktı konuşman, Agathon. Bir küçük sorum daha var:İyi dediğin şey sence güzel midir? - Bence öyledir. - Madem sevgi, güzellikten yoksundur, güzellik de iyilik olduğunagöre, sevigi iyilikten de yoksundur. - Ben seninle başa çıkamam, Sokrates, dediğin gibi olsun. - Senin başa çıkamadığın, doğruluk, iki gözüm, yoksa Sokrates'le başaçıkmak hiç de zor değil. Ama şimdi seni rahat bırakıp, vaktiyle sevgi üstüne Diotima ile,Mantineia'lı bir kadınla konuştuklarımıza geleceğim. Bu konuda, daha birçokkonularda bilgili bir kadındı, vebaya karşı kestirdiği bir kurbanla on seneAtinalıları bu beladan korumuştu. Sevgi üstüne ne biliyorsam, ondan öğrendim.Bu kadının bana söylediklerini anlatmaya, Agathon'la giriştiğimiz yoldanyürümeye çalışacağım, elimden ne kadarı gelirse. Senin söylediğin gibi,Agathon, sevgi kimdir, nedir, önce onu anlamak, sonra gördüğü işlere geçmeklazım. Bana en rahat gelen, size yabancı kadının sorularını sırasıylaanlatmak. Çünkü benim söylediklerim aşağı yukarı şimdi Agathon'un banasöyledikleri oldu: Sevgi, büyük bir tanrıdır, güzelin sevgisidir. Kadın,söylediklerimi benim şimdi Agathon'a ileri sürdüğüm düşüncelerle çürüttü,kendi sözlerimle sevginin ne iyi, ne de güzel olduğunu ortaya koydu. - Ne diyorsun, Diotima? dedim o zaman. Demek sevgi çirkin, kötü birşey. - Ölçülü konuş, dedi. Güzel olmayan sence ister istemez çirkin midir? - Elbette. - Bilgin olmayan mutlaka bilgisiz mi demektir? Bilginliklebilgisizliğin bir ortası yok mu sence? - O da neymiş? - İnsan hesabını veremeden de doğru düşünebilir. Buna bilgi diyebilirmisin, diyemezsin, (çünkü bilgi, mantığa dayanmadı mı, bilgi olmaz),bilgisizlik de diyemezsin, (çünkü bilgi, rasgele de olsa bilgisizliksayılmaz), demek ki bilmekle bilmemek arasında doğru düşünmek diye bir şeyvardır. - Haklısın, dedim. -Öyleyse, güzel olmayan çirkin, iyi olmayan kötüdür deme. Sevgi deböyle. Onun için iyidir, güzeldir demediğine göre, çirkindir, kötüdür de deme,ikisi arası bir şey olarak düşün sevgiyi. - Evet ama, sevgiyi büyük bir tanrı sayıyor herkes. - Herkes dediğin bilenler mi, bilmeyenler mi? - Hepsi birden. - Nasıl olur, dedi Diotima gülerek. Sevgiyi bir tanrı bile saymayanlarona, büyük tanrı diyebilirler mi? - Onlar da kim? - Biri sen, biri de ben. - Olur mu böyle şey? - Olur elbet. Sence bütün tanrılar mutlu ve güzel değil midir?Onlardan birinin güzel ve mutlu olmadığını söylemeye dilin varır mı? - Varmaz, Zeus hakkı için! - Mutlu dediklerin iyiliğe, güzelliğe varmış olanlar, değil mi? - Elbette. - Ama demin dedin ki, sevgi iyi ve güzel şeyler ister, çünkü onlardanyoksundur. - Evet, öyle dedim. - İyiliği, güzelliği olmayan, hiç tanrı olabilir mi? - Olamaz gerçekten. - Görüyorsun ya, sen de sevgiyi tanrı saymıyorsun. - Nedir öyleyse sevgi? Ölümlü bir varlık mı? - Hiç de değil. - Nedir öyleyse? - Demin dedim ya, ikisi ortası, ölümlü ile ölümsüz arası bir şey. - Evet, ama, ne? - Büyük bir cin(48), Sokrates, çünkü cin dediğimiz, tanrı ile insanarası bir varlıktır. - Ne iş görür bu cinler? - İnsanlardan tanrılara, tanrılardan insanlara haberler, sözlergötürüp getirirler, dileklerimizi, adaklarımızı onlar ulaştırır tanrılara,onlar getirir bize tanrıların buyruklarını, kurbanlarımızın karşılığı. Tanrıile insan arasındaki boşluğu dolduran cinler, böylece bütünün bütünlüğünükurarlar. Onlardan gelir bilicilerin büyük bilgisi, rahiplerin kurbanları,kehanetleri, falları, büyüleri, üfürükleri gereğince başarma sanatı. Aslındatanrı, insana karışmaz, bu cinler araya girer, uykuda olsun, uyanıkken olsun,tanrılarla insanların buluşmalarını, konuşmalarını sağlarlar. Bütün bunlarıbilende tanrı soluğu vardır(49). Bunları değil de, başka şeyleri bilen, işi,sanatı ne olursa olsun, bir zanaatçi olmakla kalır. Bu cinler, hem pek çok,hem de pek çeşitlidir. Sevgi de onlardan biridir. - Peki, dedim, hangi anadan, hangi babadan gelmiş? - Uzun sürer bunu sana anlatması, ama bir deneyeyim. Aphroditedünyaya geldiği gün, bütün tanrılar bir şölendeymiş. Zeka'nın oğlu Bolluk daaralarındaymış. Yemekten sonra Yoksulluk(50), şölenden payını istemeye gelmiş,kapının önünde durmuş, beklemiş. Tanrı şerbeti(51) ile sarhoş Bolluk (dahaşarap yokmuş o zaman), Zeus'un bahçelerine çıkmış ve bir yerde sızmış.Çaresizlik içinde yaşayan Yoksulluk, Bolluk'tan bir çocuğu olmasını kurmuş,gitmiş yanına yatmış ve Sevgi'ye gebe kalmış. Aphrodite'nin doğduğu gün, anakarnına düştüğü için Sevgi, bu tanrının kulu, yoldaşı olmuş. Aphrodite güzel,o da yaradılıştan güzele düşkünmüş. Bolluk ile Yoksulluk'tan doğan Sevgi'nin talihi de ona göre olmuş.Sevgi, her şeyden önce ve her zaman yoksuldur, çoklarının sandığı gibi, hiç deöyle ince ve zarif değildir, tersine, kabadır, pistir, evsiz barksız,yalınayaktır, açıkta, dağda, bayırda, kapı önlerinde, yol köşelerinde yatarkalkar. Ne yapsın, anasına çekmiş, yoksulluktan kurtulamaz. Babasına çekentarafıyla da hep güzelin, iyinin peşindedir, yürekli, atılgan, dayanıklıdır,yaman avcıdır, hep tuzaklar kurar, fikirlere, buluşlara düşkündür, ömrü kafayormakla geçer, bilicilikte, büyücülükte eşsizdir. Aslında ne ölümlü, ne deölümsüzdür. Bakarsın, aynı günde bolluk içinde gelişir, yaşar, birdenbire deölür; sonra yine babasının tabiatı gereği bir çaresini bulup dirilir. Birşeyin eline geçmesiyle elinden kaçması bir olur. Öylece Sevgi, hiçbir zaman neyokluk içindedir, ne de varlık içinde. Bilgi ve bilgisizliğin de ortasındadır. Bakın niçin: Tanrılarınhiçbiri bilgiyle uğraşmaz, bilgeliğe özenmez (çünkü zaten bilgedir); bilgeliğeermiş bir insan da artık bilgiyle uğraşmaz; bilgisizler de öyle, ne bilgiyleuğraşırlar, ne bilge olmaya özenirler. Bilgisizlik neden kötüdür? Cahil kişigüzellikten, iyilikten, akıldan yoksunken, hepsini kendisine toplamış sanır daondan. Yoksun olduğunu bilmeyen kimse, ne diye kendinde olmayanın peşinedüşsün! ---------------(21) Euripides'in "Alkestis" adlı tragedyasının baş kişisi. Alkestis, kocasıAdmetos yerine ölmeyi gözüne alan bir kadındır. Eceli gelen Admetos'a tanrıApollon bağışta bulunmuş, yerine ölecek birini bulabilirse, kendinin sağkalacağına söz vermişti. Admetos'un ne annesi, ne de yaşlı babası, oğullarıiçin ölmek istemeyince, Alkestis, kendini feda eder. Alkestis, Yunan tragedyakişilerinin en sevimlilerinden biridir. (22) Efsaneye göre, ozan Orpheus, tatlı nağmeleriyle vahşi hayvanları bilebüyülermiş. Günün birinde karısı Eurydike ölünce, Orpheus yeraltı dünyasınınbekçisi köpek Kerberos'u çalgısıyla uyutmuş, böylece Hades'e girip, Hadestanrıdan karısını geri istemiş. Tanrı da yeryüzüne varıncaya dek arkasınadönüp bakmamak şartıyla Eurydike'yi Orpheus'a vermiş, ama Orpheus dayanamamış,tam aydınlığa çıkacakken, arkasına dönüp bakmış. O anda Eurydike yine dumanolup karanlığa dalmış. Bundan sonra bir türlü avunamaan Orpheus da Trakyaormanlarında gece gündüz şarkı söylemiş. Tanrı Dionysos ayinlerini kutlayanBakkhalara yüz vermediği içindir ki, bu kadınlar onu parçalamışlar. (23) Homeros, "İlyada" destanında şöyle anlatır: Agamemnon ile kavga edenAkhilleus, savaştan çekilir, ama Troyalı Hektor, dostu Patroklos'u öldürünce,onun öcünü almak için yine savaşa katılır ve Hektor'u öldürür. TanrıçaThetis'in oğlu olan Akhilleus'un bedenine silah işlemez, ancak topuğundanyaralanabilirdi. Hektor'u öldürdükten sonra, Paris'in bir oku ile topuğundanvurulur ve ölür. (24) Efsaneye göre, dünyanın batısında bulunan Mutlular Adaları, yararlıkgösteren yiğitlerin ve bilgelerin öldükten sonra göçtükleri bir çeşitcennettir. (25) Aiskhylos'un kaybolmuş "Myrmidones" adlı tragedyasında. (...) (33) Ephialtes ile Otos, Zeus dünya üzerine egemenliği ele alınca, dağları üstüste yığıp Olympos'a saldırmaya kalkışan iki devdir. (34) "Symbolon" ilk anlamdan, ikiye bölünen bir çanak parçasıdır. İki insanbirbirine konuk oldu mu, bu çanak parçalarından birini dostluklarınınbelirtisi olarak alır saklarlar, kendileri ölünce, çocuklarına bırakırlardı.Sembol anlamı oradan gelmektedir. (...) (48) Sokrates'in "daimon" dediği varlık; "cin" sözü ile çevirdik. Homeros'undestanlarında daimon, insan biçimine girmiş bir tanrı buyruğudur. Sonralarıdaimon kavramı soyutlaşır. Hesiodos'a göre daimonlar ya da heroslar bu dünyadaerdemle yaşamış insanların ölümsüzlüğe ermiş canlarıdır. Bu yarı tanrısalvarlıklar, insanlarla tanrı arasındaki alışverişi sağlar. Miletoslu Thales dekainatı bu gibi daimonlarla dolu görür. Herakleitos daimonların insanlarabekçilik ettiklerine inanır. Pisagor da öyle düşünür. Yunan dünyasında iyi,yararlı bir varlık sayılan daimon Hıristiyanlığın ortaya çıkmasıyla kötülüğünsembolü olmuş, daimon şeytana denmiştir. Eflatun, Sokrates'ten öncekifilozofların daimon-heros kavramı üstündeki görüşlerini "Şölen"dederinleştirir. (49) Aslında "daimonlu adam" deniyor. (50) Diotima'nın anlattığı bu masalın iki kahramanı Poros ile Penia'dır. Peniayoksulluk demek. Çare, yol anlamına gelen Poros için Türkçe tam karşılıkbulamadık. Poros'a çare, Penia'ya da çaresizlik diyebilirdik, ama yoksulluğunkarşıtı olan bolluk sözünü kullanmayı daha uygun bulduk. (51) Tanrıların içkisi olan "nektar".
No posts.
No posts.